1907 ÜNİFEB

Sadece Sarı, Sadece Lacivert

5 Mayıs 1996, Giresun

Baharın gelmesi gündüzleri sıcak kılıyor, güneş çekilir çekilmez Karadeniz hissettiriyor kendini dağ eteği şehrinde. Giresun’un girişinde, henüz şehrin gelmediği bölge. Sadece Güre Deresi Yerlileri , ‘köylüler’ şeklinde adlandırarak statü ayrımcılığının seçkin bir örneğini fark etmeden sunan bizler ve Güre köylüleri ile buluşma noktaları olan küçük kahveye aralarında para toplayıp Cine5 almış olan öğretmen babalarımız. Her hafta sonu olduğu gibi kahvede yerimizi almış, büyük anı, Trabzonspor-Fenerbahçe maçını bekliyoruz.

Köy halkı “Karadeniz Milliyetçiliği”nden ödün vermiyor, herkes Trabzonsporlu. Bu destek, şehre gidildikçe yerini nefrete bırakacaktır. Fakat buradayız, ve deplasmanda gibiyiz. İçinde ben ve babamın da bulunduğu 5-6 kişilik bir Fenerbahçeli topluluğu. Trabzonspor’un rengi o zaman da zengin. Siyahı, beyazı, kırmızısı, sarısı; ustalıkla harmanlanıp bordo ve maviye dönüşüp küçük kahvehanenin sigara dumanıyla boğulmuş havasına karışıyor, kendini hissettiriyor Fenerbahçe düşmanlığı. Babamlar direniyor 3-5 kişiyle, ben daha küçüğüm, atışmaları gülerek izliyorum. Eğleniyorum çocuk aklımla, çocuklarının aksine sosyal ayrımcılığı zerre hissettirmeyen babaların, eğitimsiz kankalarıyla yaşadıkları yer yer seviyesiz atışmalarıyla. Bir iki sufle alayım, okulda kullanırım bu materyalleri. Fakat daha dur, öğrenilecek çok küfür var, maç henüz başlamadı. Henüz büyük Fenerbahçeli, orijinal küfürlerin yaratıcısı bakkal Kemal Abi teşrif etmedi. Batmış şimdilerde, kapatmış sakızlarından çaldığımız dükkanı. Artık lojmanın çocuklarına, zamanında adam yokluğundan çıkarılıp inanılmaz başarılı olduğunu iddia ettiği boks finallerini elindeki gazete kupürüyle anlatamayacak. Babalarımızdan öğrendik Kemal Abi’nin asıl boks hikayesini, ringde dümdüz edilişini. Bir oğlunun ismi Müjdat. Müjdat Yetkiner’den alıyor ismini. Onun da kaderi çubukluyla yazılmış.

Maç başlıyor. Babam çayını almış, sigarayı henüz bırakmamış, muazzam bir stresle yudumluyor önceden bünyeye zerkedilmiş sigara dumanını bastırma görevini yerine getirmekte olan acı çayını. Bana da salep söyledi, hem de tarçınlı. Kahveci Şükrü Amca ile araları iyidir, bir iki tane de kendisi ısmarlayacaktır muhtemelen maç içinde sahleplerden. Hem de, onlar da tarçınlı. Şayet, top oynamaktan yorgun düşüp ağzımı dayamaya koştuğum kahvenin dışındaki çeşmede beni kıstırıp hayalarımı sıkmak suretiyle gerçekleştirdiği kötü ve acı şakalarından vazgeçerse daha çok seveceğim kendisini. Ergenliğe kadar beklemesi mi gerekiyor illa? O da Fenerbahçeli, hem de gözünün tutmadığına çay vermeyecek kadar Fenerbahçeli.

Yükleniyor bordosu, mavisi, sarısı, kırmızısı, siyahı, beyazı. Hiç hissetmediğim kadar huzursuzum. Maçın çok büyük önem arz etmekte olduğunun tam olarak bilincine varabilmem için babamın yüzüne bakmam yetiyor. Stresli göz çizgileri, stresli alın kırışıkları, stresli Marlboro’lar ve git gide acılaşan çaylar, stresli küfürler; babam stresli.

Boşa olmadığı anlaşılıyor bu streslerin. Abdullah ceza sahası çizgisinin sol tarafından vuruyor, top ağlarda.

Gözlerimi deli gibi yakan, boğucu sigara dumanını yırtarak baskın bir ses yükseliyor. Aynı anda zıplamış olan yaklaşık 50 kişilik bir grubun çığlıkları, küçücük kahvenin tavanını havaya kaldıracak kadar yankılı ve acı. Ayakta olmayan 5-6 kişilik bir ekip. Boş gözlerle yüksekteki televizyona bakmakta; sadece sarı, sadece lacivert…

Uzun süre sahayı göremeyeceğiz meşale sislerinden. O zaman serbest. Nerede o eski pilot kameradan görüntü daha net ekranlarda?

Dakika 55; tehlikeli bir bölge, serbest vuruş. Oğuz Çetin her zamanki gibi sakin. Topun başında. 5 numarayı seçebiliyorum iyi kötü. Fazla açılmıyor. Kalabalık barajın üzerinden geçiyor top, gol! Şiveli küfürler eşliğinde, havadayız!

Bir hafta önce Vanspor’u yenebilse sadece formalite için sahaya çıkacak olan Trabzonspor’u yoksa yenecek, şampiyonluğu getirecek miyiz? Arkamda oturan rengarenk topluluğa inat; atmamız lazım, atmamız lazım!

Dakika 83; Erol Bulut soldan geliyor, içeri bıraktı, orada çubuklu biri var! Dokun ona! Dokundu! GOL! Avni Aker sus-pus. Aykut Kocaman koşuyor, futbolcular koşuyor; hatta yaşına başına bakmadan, babam koşuyor! Çubuklu, şampiyonluğa koşuyor…

Maçtan sonrası hayal meyal, karanlık gecede küçük bir şehirden beklenmedik büyüklükteki konvoy, kornalar, bayraklar. Eriyor mesafeler, sanki o muazzam uzun sarı lacivert büyük bayrağın dalgalandığı yer Gazi Caddesi değil, Bağdat Caddesi! Babam hiç görmediğim kadar mutlu. Bir kez daha anlıyorum çocuk aklımla, o golün ne kadar kocaman olduğunu. Ne kadar kocaman bir etki yarattığını. Renk cümbüşlü kalabalığa inat, sadece sarı, sadece lacivert sokakta!

5 Mayıs 2010, İstanbul

Urfa uzak. Yol pahalı. Öğrenci bütçem dayanmıyor, gidemiyorum. Ekranda gördüğüm tribünün yarısı sarı-lacivert. İçim gidiyor…

Sahlep istiyorum Tophane’de. Eski tadını vermiyor tarçın. Cafedekilerin hepsi birbirine benziyor. Kemal Abi de yok, köpek dişlerinin sivriliğinden yararlanılarak ‘vampir’ lakabı uygun görülmüş koyu Trabzonsporlu köylü Orhan da yok. Şükrü Amca’nın kahvesinde Lig Tv de yok. Zaten artık lojmanda da kimse yok. Biz de taşındık, babam kendisine daha yakın olan kahveyi tercih ediyor, ne kadar stresli ben göremiyorum.

Dakika 80; Engin Baytar atıyor. Sigara dumanı yok ama havaya zıplayan bir kalabalık hala var. Zıplıyor havaya bordosu, mavisi, sarısı, kırmızısı, siyahı, beyazı…

Yüksekte duran televizyona boş gözlerle bakıyorum.
Bükülmüyor belim inadına.

Gurur duyuyorum olduğum yerde; sadece sarı, sadece lacivert bir halde…

Çağatay Kavaz
1907 ÜNİFEB – Üniversiteli Fenerbahçeliler Birliği

Bizi Takip Edin

Aşağıdaki simgelere tıklayarak sosyal medya hesaplarımıza ulaşabilir, bizi takip edebilirsiniz.