Devlet Seyrantepe sürecinde çok önemli bir anayasal ilkeye karşı gelmektedir. Çağdaş hukuk devletlerinde yasalar karşısında tüm kişi ve kuruluşlar eşit haklara sahip olmalıdır. Eğer Seyrantepe arazisi gerçekten Türk Sporu’na kaynak olabilmesi gibi “nahif” bir duyguyla Galatasaray’a verildiyse, hatadan derhal dönülerek, bu büyük ranttan tüm spor kulüplerinin eşit olarak faydalanabileceği bir proje geliştirmelidir.
İstanbul’un bin yıllardan günümüze süregelen bir dünya kenti olma durumu, sanırız kendimizi abartma güdümüze gerek kalmadan dünya literatürünce kabul edilebilir gerçeklerden nadir bir tanesidir. Bu duruma paralel olarak, Türkiye’nin dünya ekonomi ligindeki durumunu da üst sıralara çıkaran büyük bir pastadır İstanbul ekonomisi. Ancak İstanbul, 2000’li yıllara kendini hazırlama süreci içine girdiğinden beri, ekonomi haritasında ciddi bir değişimin gündemde olduğu gözlenmektedir. İstanbul ekonomisinin kalbi kabul edilen Karaköy ve Tarihi Yarımada’nın, binlerce yıldır süren tartışmasız üstünlüğü, Şişli-Mecidiyeköy-Levent dolaylarına kaymış durumda. İstanbul’un geleneksel mimarisine bir türlü uyumlanamayan gökdelenlerin, plazaların ve ışıltılı alışveriş merkezlerinin yer aldığı bu bölgede yeni bir oldu bittiyle karşı karşıya olunduğunu görmekte yarar var.
Yoğun olarak çokuluslu şirketlerin yer aldığı kentin bu ışıltılı ekonomi merkezindeki yeni rant kavgası, aslında sessiz sedasız, çokuluslu bir camianın tesisleşme hamlesi olarak oluşuvermekte. Evet; Galatasaray S.K.’nın stat projelerindeki ve kulüp yönetimindeki başarısızlığı, ani bir şekilde Seyrantepe Projesi’yle ödüllendirilmekte gözlerimizin önünde ve gözümüzün içine baka baka! UEFA başarısını ödüllendirenler şimdi de büyük yönetim başarısızlıklarında Galatasaray’ı ödüllendirmeyi kendilerine görev biliyorlar.
Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül’ün, birçok kentsel gelişim hedefiyle ortak bir mantığa bürünmüş ve anlayışla karşılanır şekilde paketlenmiş olan Seyrantepe Projesi’nin altındaki kolaylıkları anlayamamış olmamız, bir seri soruyu gündemimize getirdi.
Öyküyü baştan bir okuyalım. Galatasaray’ını Türkiye’nin Avrupa Arenası’ndaki en önemli temsilcisi haline gelmesi odağına yerleştirilmesiyle başlayan bir kurumsallaşma öyküsüdür bu. Manchester United model alınarak, Avrupa’dan gelecek olan başarıların kurumsallaşmış bir şirket gibi yönetilen spor kulübü anlayışıyla bütünleşmiş, Türkiye’nin en büyük kulübü Galatasaray olacaktır düsturunun, UEFA Kupası zaferinin ekonomik enkazı altında kalmasıyla anlaşılmaz işlere dönüşmesi zihinleri kurcalamaktaydı. Galatasaray S.K. stadın maketini yaptırmak için milyonlarca dolar harcamakta, ancak bir yandan A.I.G. ortaklığı skandala dönüşmekte, bir yandan da yeni stadın yapım aşamasına geçilememekteydi. Galatasaray S.K.’nın başkanlık koltuğuna Özhan Canaydın’ın oturmasıyla durum biraz daha garip bir hal aldı. Stat inşaatı başlatıldı, Sahip Som aracılığıyla yabancı kredi bulunduğu açıklandı, Galatasaray A.I.G. prangalarından kurtuldu ve tüm bunlar olurken Galatasaray açıkta kalmasın diye Olimpiyat Stadı da komik rakamlara bu kulübe verildi. Ancak işler beklendiği gibi gitmedi. Yine aracılar, tefeciler ve anlaşılmaz borç ilişkilerini sürdüren Galatasaray, Ali Sami Yen Projesi’ni rafa kaldırdı. Camia, Olimpiyat Stadı’nda oynamaktan rahatsızdı. Birden Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül ortaya çıkıp Seyrantepe Projesi’ni anlattı. İlk başta Özhan Canaydın’ın “olmaz” tepkisiyle karşılanan bu proje, bugün Galatasaray’ın kurtuluşu olarak kabul ediliyor.
Pekiyi, bütün bunlar Galatasaray için ilk defa mı yapılıyor? Galatasaray U.E.F.A. kupasını kaldırdığı yıl, bu kulüp değil miydi 4.5 milyon dolarlık devlet yardımını alan? Bir tarafta altın madalyalı, olimpiyat şampiyonu, dünya şampiyonu atletlerimiz, haltercilerimiz, güreşçilerimiz tesis sıkıntısından dert yanarken, imkansızlıklardan yakınırken; geri dönüşü olmayan transferler yapıp borca giren, stat maketlerine milyonlarca dolar akıtan, A.I.G. ve Sahip Som meselelerinde alay konusu olan ve yıllardır tefecilerin içinde kendine gelemeyen Galatasaray yönetimleri, neden şimdi Seyrantepe Projesi’yle ödüllendiriliyor? Üstelik daha önceden devletin amatör branşlara ayırdığı ödenekten bile fazla para yardımını almış ve kötü kullanmış bir kulüp olduğu halde.
Sadece Seyrantepe’deki stadyum da değil, Beşiktaş ve Fenerbahçe bir türlü “kendi yaptıkları” stadların arazilerini satın alamazken, nasıl oluyor da Ali Sami Yen Stadı’nın yerine yapılacak olan iş merkezi de olduğu gibi başarısız Galatasaray Yönetimleri’nin emrine sunuluyor. Yoksa yine, Galatasaraylılar’ın ifade biçimiyle “cemiyetten” birileri tıpkı adanın satın alınmasında olduğu gibi, parmaklarını oynattı da bilmediğimiz bir şeyler mi oldu?
Galatasaray Yöneticileri ya da cemiyetteki insanlar, bu kulüpte ne zaman bir sıkıntı olsa çıkıp “Galatasaray’da kol kırılır yen içinde kalır” demeçlerini verirler. Hiçbir zaman neler olup bittiğini “sıradan Galatasaraylılar” ve kamuoyu tam olarak bilemez. Bir tarafta karşılığında 5 okul yapma sözü veren Fenerbahçe’nin bir türlü satın alamadığı Kenan Evren Lisesi arazisi dururken, bir tarafta İstanbul’un çokuluslu sermayesinin en geniş imkanlarla yer aldığı bölgede akıl almaz bir “business girişim” serisi. Ne kaynağı ne de veriliş nedenleri belli. Tamamen eski bir Galatasaray yöneticisi olan Şişli Belediye Başkanı’nın bu bölgede istediğini yapabiliyor olmasına mı bağlı bu durum?
Yoksa, daha elim ve daha vahim olmak üzere; diğer hiçbir camia ve sporcuya yapılmayan bu “yardımlar”, Galatasaraylılar’ın devlet içine yerleşmiş olan cemiyetçi yapısı sayesinde mi gerçekleşiyor? Biz demokratikleşen bir toplumun kurumsallaşması umuduyla, AB’ye uyumlanmış dinamik bir Türkiye beklentisi içindeyken, Osmanlı’dan günümüze gelen, gelenekçi, feodal ve cemiyetçi yapılar, daha önce Galatasaray Adası’nın alınışında, 4.5 milyon dolarlık devlet yardımının verişinde, Olimpiyat Stadı’nın Galatasaray’la baş göz edilişinde yaptığı gibi “kol kırılır, yen içinde kalır” anlayışını mı sürdürüyorlar? Hangi rekabet ortamında bu tip kollanmalara göz yumulabilir? Yoksa bir zamanlar Doğu Bloku’nda olduğu gibi Galatasaray milli takıma alternatif bir çeşit “devlet takımı” yapıldı da “yen” içinde kaldığından haberimiz olmadı? Türkiye’nin Dinamo Kiev’i, Steau Bükreş’i de Galatasaray mı olacak? Ya da yaşanan bu laubalilikten güç alıp Galatasaray’a artık “Dinamo Galatasaray” da diyebilir miyiz?
Devlet Seyrantepe sürecinde çok önemli bir anayasal ilkeye karşı gelmektedir. Çünkü çağdaş hukuk devletlerinde yasalar karşısında tüm kişi ve kuruluşlar eşit haklara sahip olmalıdır. Eğer Seyrantepe arazisi gerçekten Türk Sporu’na kaynak olabilmesi gibi “nahif” bir duyguyla Galatasaray’a verildiyse hatadan derhal dönülerek bu büyük ranttan tüm spor kulüplerinin eşit olarak faydalanabileceği bir proje geliştirmelidir. Zira Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş gibi üç büyük kulüp borsada hissesi olan profesyonel şirketlerdir. Seyrantepe’yi bu biçimde birilerine hediye etmek bu araziyi herhangi bir büyük holdinge vermekten ne farkı vardır?
Seyrantepe spora yatırım amacıyla “birilerine” ille de verilecekse, neden hukuka uygun bir ihale süreci başlatılıp en iyi projesi olana verilmedi de bir oldu bittiye getirildi?
Mesut Yılmaz’lı, Mehmet Ağar’lı politik kadrolu devlet döneminde korunup kollanan, gerekli her türlü kolaylığın gösterildiği, devlet adamlarının transferlerde aracılık yaptığı, devletin spor ödeneklerinden daha fazla maddi yardımın yapıldığı Galatasaray’a şimdi de Seyrantepe Projesi’yle bir çeşit “teşvik primi” veren devlet, Türk sporuna şikenin başka türlüsünü kendi elleriyle karıştırarak sporda olmazsa olmaz olan adalet duygusuna büyük zarar vermektedir. Seyrantepe olayında bu kez kırılan kolun Ali Sami Yen Stadı’nın içerisinde kalacağından ve Türk futbolunun haksız rekabet döneminin anıtı olarak yeni zaferlere tanıklık edeceğinden maalesef hiç bir kuşkumuz yok.
Cahit Binici & Onur Yazıcıoğlu
1907 ÜNİFEB – Üniversiteli Fenerbahçeliler Birliği