1907 ÜNİFEB

İki Renk… Tek Fırça… Bir Adam…

“Sen içeride oldukça, yediğim her bir copu çentik çentik sırtıma kazıyacağım. Bu davada adın Fenerbahçe’ye eşlik ettiği için canım hiç acımayacak. Söz veriyorum. Ama bir gün olur dönerse devran, ki dönecek, yıkılacak putlar. Alaşağı edilecek susmayan düşmanların gözleri, önce onlar devrilecek. Susmayacak güneş o an. Cayır cayır yanacak sokaklar, mahalleler, viran köşelerdeki evler. Çocuklar “gol” yerine “Fenerbahçe” diye bağıracak. Lefterler, Cihatlar, Canlar… Gülümseyecekler. Ellerinden öpeceğiz o gün, “emanete sahip çıktık” diyeceğiz. Köprülere koşacağız, atkıları boynumuza atıp haykıracağız. Görüntüler değişecek, iklim kaç bahar olacak. Söyle Fenerbahçeli; kaç bahar? “Yaz” desem, sığdıramazsın… Tüm Türkiye adını anacak Fenerbahçe ve Fenerbahçeli. Her şehirden binlercesi şaşıracak. Ankaralı, Tekirdağlı, İzmirli ve çok da sen Kütahyalı…”

Elindeki kalemi bıraktı. 42 yaşındaydı ve ağlıyordu. Yatağa doğru uzandı, başını yastığına koydu. Sarı-Lacivert isyanına uzattı kollarını. Karısına sarıldı. Yoktu tesellisi bu acının. “Dayanamıyorum bu yapılanlara” diyordu. Sustu.

Birkaç saat önce…
Durmayacak o devran, o gece gelecek.

Bir adam…

Bu adam, bir baba… Üç çocuğu var.
İşten çıkıyor şu dakikalarda, montu on senelik, kulağında kulaklık. Sesleri yağmura karışıyor. Eliyle bastırıyor iyice duyabilmek için. “…Şike davasında görülen üçüncü davada tüm savunmalar alınmıştır. Fenerbahçeli taraftarla adliye binası önünde coşkulu bir kalabalık halinde…”

… “Dikkat etsene lan!”

Hızla yanında geçen arabanın bağırmasıyla geri çekiliyor. O kadar yorgun ki… Radyosu cızırtı yapıyor, her yerde çekmeyenlerden… Kalbe, isteğe bağlı olan var ya; onlardan. Durağa kadar geliyor. “Henüz bir açıklama yok” diye geçiriyor içinden. Adım adım minibüse biniyor. Hala forması yok; içinde beyaz atlet, üstü aşk çizgileri. Önce “bismilllah”, sonra “Fenerbahçe” diyor adım atarken.

Bir adam, bir baba…

Aylık aldığı maaş ile yıl içinde üç maça gidebiliyor. Her bir çocuğuyla birer kere. Kalp kırmak yakışmaz Fenerbahçeliye. Hepsine alabilecek forma parası yok, hiç olmamış. Karnını doyurmuş hep çocuklarının. Sıra kalplerine gelince, o Fenerbahçe’yi seçmiş. “Benim çocuklarım bu aşktan mahrum kalmayacaklar” demiş. Yemek paralarını biriktirmeye başlarken düşünmüş; bir babası olsaydı, belki o da onu götürürdü maça. O çocukken, boyacıda çalışırken, beyaz atletine çizmiş artan sarı ve lacivertlerin yetim boyasını.

Bir baba, 17 saat çalıştıktan sonra son minibüste ayakta, cebinde birkaç kuruş eksik, parasını utanarak uzatacak muavine. Başını camdan yana verecek, kulağında kulaklık… Ona dalmış, seyran eylemiş. Gıkı çıkmayacak. Bir an önce eve gidip uyuyan çocuklarını öptükten sonra radyoyu yastığa, yastığı kafasına dayadıktan sonra sonuçları beklemeye koyulacak.

Minibüs dar sokaklardan birinde ağır ağır ilerlerken radyonun kırmızı tuşuna basıyor tekrardan. Cüzdanı olmadığından arka cebine koyuyor radyoyu. “Yapılan açıklamaya göre, bir saat içinde mahkeme başkanının tahliye kararlarını açıklaması bekleniyor. Aralarında, Aziz Yıldırım’ın da bulunduğu sanıklar…”

“Abi, depo uzatır mısın?”

Parayı şoföre uzatıyor. O an da kablolar karışınca radyo yayını yine karışıyor. Morali bozuluyor, tam öğrenemiyor. Elindeki poşeti tutuyor, bir yandan haberlere kulak vermiş, bir yanı pazara, Trabzon’a kadar uzanıyor. “Ya kaybedersek” korkusu var… “Etmeyeceğiz” diyor, “direneceğiz”. “Bu hafta yemek paralarıyla çocukları aşağı kahveye götürürüm, birer gazoz da ısmarlarım. Hem maçı da kazanırsak değme keyfimize” diyor. O adam, bir baba…

Mahalleye yakın bir yerde iniyor. Akşamın saati olmuş, hala evlerin ışıklarından arta kalanlarla maç yapan çocuklara denk geliyor. Bir an durup köşede onları izlemeye başlıyor. Hemen ani karar almasın da, Fenerbahçeli bir çocuğun gole doğru gitmesi var. Önünde uzun bir yol, hayat kadar. Sürüyor topu. Adama sanki tüm yapılanlara karşı bir isyan bayrağı gibi geliyor. Sürüyor topu. Adama sanki Aziz Yıldırım’ın savunması okunuyor gibi geliyor. Sürüyor topu. Adama sanki Alex’in Galatasaray’a attığı gollerden biri gibi geliyor. Çocuk topa vuruyor. Adama sanki çiçekler içinde dışarı çıkmış bir başkan hayali gibi geliyor. Çocuk topa vuruyor. Adama sankiKadıköy’e gelen binlerce taraftarın sesi gibi geliyor. Top çizgiyi geçiyor. “Fenerbahçe” diye bağırıyor çocuk. “Fenerbahçe ulan!” diyor adam, “Fenerbahçe”… İçinden, içi, “KOCAMAN” haykırır, duyamazsın. Fenerbahçelinin yüreği sığmaz ses borusundan çıkan kelimelere…

Bir adam, bir baba…

Eve giriyor önce, çocuklarına bakıyor. Duvarlarına astığı posterleri çocuklarının doğum sırasına göre asmış. 12 yaşında, “OGÜN ALTIPARMAK” başında, 8 yaşında “KOCAMAN” başında, 4 yaşında “ALEX DE SOUZA” kalbinde…

Hepsine birer öpücük konduruyor. Radyoyu çıkartıyor cebinden, cızırtılar biraz azalmış. Önce yatağa uzanıyor, başlıyor dinlemeye… “Aziz Yıldırım’ın tahliyesinin reddine karar verilmiştir.”

Gerisini duymuyor, duymak istemiyor.

Yerinden kalkıyor, pencereye doğru yöneliyor. Yağmur bu karara isyan eder gibi yağıyor, küfreder gibi. Atletini çıkartıyor, ucuna bir sopa geçirip pencereye asıyor.

Rüzgarın adı artık Fenerbahçe.
“İsyan ediyorum” diyor, “isyan!”

Bir adam, bir baba…

Oturuyor kağıdın başına, 25 yıldır kalem tutmamış elleriyle. Şiir, kitap bilmeyen haliyle başlıyor yazmaya.

“Sen içeride oldukça, yediğim her bir copu çentik çentik sırtıma kazıyacağım. Bu davada adın Fenerbahçe’ye eşlik ettiği için canım hiç acımayacak. Söz veriyorum. Ama bir gün olur dönerse devran, ki dönecek, yıkılacak putlar. Alaşağı edilecek susmayan düşmanların gözleri, önce onlar devrilecek. Susmayacak güneş o an, cayır cayır yanacak sokaklar, mahalleler, viran köşelerdeki evler. Çocuklar “gol” yerine “Fenerbahçe” diye bağıracak. Lefterler, Cihatlar, Canlar… Gülümseyecekler öte taraftan. Ellerinden öpeceğiz o gün, “emanete sahip çıktık” diyeceğiz. Köprülere koşacağız, atkıları boynumuza atıp haykıracağız. Görüntüler değişecek, iklim kaç bahar olacak. Söyle Fenerbahçeli; kaç bahar? “Yaz” desem, sığdıramazsın…

Bugün 42 yaşındaymış gibi hissediyor tüm Fenerbahçeliler. Bu adamın bir adı yok. Kalbi var, o da Fenerbahçe.

Uyandığında bir diğer sabaha, aklına gelir mahalledeki çocuk.
“Gol” yerine “Fenerbahçe” demesi.

“Az kaldı” der.
Bir çocuk isyan ettiğinde, orada devrim maçı çoktan başlatmıştır.
İşe gitmektedir.
Radyosunda çalmaktadır; “Kalpleri fetheden renkler yaşa Fenerbahçe…”

Cebinde yine eksik yol parası, yürümektedir.

Kaldırınca başını güneş ile birlikte parlarken görür, Sarı-Lacivert yadigar atlet bayrağı.

Ürperir.

Babası gelir aklına;

“Kazanmak istiyorsan, dalgalanacaksın. Yoksa rüzgar bile seni yener.”

Gülümser.

Dün gece yazdığı kağıdı uçak yapıp, rüzgara karşı dalgalandırır. Görenler onun deli olduğunu düşünür.

Oysa o Fenerbahçelidir.

Doğancan Kanbur
1907 ÜNİFEB – Üniversiteli Fenerbahçeliler Birliği

Bizi Takip Edin

Aşağıdaki simgelere tıklayarak sosyal medya hesaplarımıza ulaşabilir, bizi takip edebilirsiniz.